murathan mungan'ın eşsiz bir şiiridir. sevgilim iki hafta önce beni terk ederken okumamı söylemişti. o günden beri her gün okurum. bence bi bakın derim. çok müthiş sözleri var. insan okurken işte şiir bu diyor.
edit:ölü bir yilan gibi yatiyordu aramizda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmisim
oysa bilmedigin birsey vardi sevgilim
ben sende bütün asklarimi temize çektim
imrendigin, öfkelendigin
kizdigin, ya da kiskandigin diyelim
yani yasamislik sandigin
geçmisim
dile dökülmeyenin tenhaliginda
kaçirilan bakislarda
gündeligin basibos ayrintilarinda
zaman zaman geri tepip duruyordu.
ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatimdaki herhangi biri saniyordun,
biraz daha fazla sevdigim, biraz daha önem verdigim.
baslangiçta dogruydu belki.
siradan bir serüven, rastgele bir iliski gibi baslayip,
günden güne hayatima yayilan, varligimi ele geçiren,
büyüyüp kök salan bir aska bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün asklarimi temize çektim
anladigindaysa yapacak tek sey kalmisti sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin.
yaz basiydi gittiginde, ardindan,
senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
kimsesiz bir yazdi. yoktun. kimsesizdim.
çikilmis bir yolun ilk duraginda bir mevsim bekledim durdum.
çünkü ben askin bütün çaglarindan geliyordum.
sanirim lirik sözcügü en çok yüzüne yakisiyordu
yüzündeki kuskun kedere, gür kirpiklerinin altindan
kisik lambalar gibi isiyan gözlerine
çerçevesine sigmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcügü en çok yüzüne yakisiyordu.
yaz basiydi gittiginde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmisti mayis.
seni bir siire düsündükçe
kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
ucucu ve yumusak seyler geliyordu aklima.
önceki siirlerimde hiç kullanmadigim bu sözcük
usulca düsüyordu bir kagit akligina,
belkide ilk kez giriyordu yazdiklarima, hayatima.
yaz basiydi gittiginde. bir askin ilk günleriydi daha.
ask miydi, degil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi?
'eylül'de ayni yerde ve ayni insan olmami isteyen' notunu buldum kapimda.
altina saat: 16.00 diye yazmistin, ve 16.04'tü onu buldugumda.
daha o gün anlamaliydim bu iliskinin yazgisini
takvim tutmazligini
aramizda bir düsman gibi duran zamani
daha o gün anlamaliydim
benim sana erken
senin bana geç kaldigini.
gittin. koca bir yaz girdi aramiza. yaz ve getirdikleri.
döndügünde eksik, noksan bir seyler baslamisti.
sanki yaz, birbirimizi görmedigimiz o üç ay,
alip götürmüstü bir seyleri hayatimizdan, olmamisti, eksik kalmisti.
kirilmis bir seyi onarir gibi basladik yarim kalmis arkadasligimiza.
adimlarimiz tutuk, yüregimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakisiyorduk.
sanki ufacik bir sey olsa birbirimizden kaçacaktik.
fotoromansiz, trüksüz, hilesiz, klisesiz bir beraberlikti bizimki.
zamanla gözlerimiz açildi, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
gittin. simdi bir mevsim degil, koca bir hayat girdi aramiza.
biliyorum ne sen dönebilirsin artik, ne de ben kapiyi açabilirim sana.
simdi biz neyiz biliyor musun?
akip giden zamana göz kirpan yorgun yildizlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boslukta iki yalniz yildiz gibi
aci çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra batik bir asktan geriye kalan iki enkaz olacagiz yalnizca
kendi denizlerimizde sessiz sedasiz bogulacagiz
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satir ve benim su kirik dökük siirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasinda
ne kalacak geriye savrulmus günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?
simdi biz neyiz biliyor musun?
yikintilar arasinda yakinlarini arayan öksüz savas çocuklari gibiyiz.
umut ve korkunun hiçbir anlam tasimadigi bir dünyada
bir sey buldugunda neyi, ne yapacagini bilmeyen çocuklar gibi
ve elbet biz de bu askta büyüyecek
her seyi bir baska aska erteleyecegiz.
kis basliyor sevgilim
hosnutsuzlugumun kisi basliyor
bir yaz daha geçti hiçbir sey anlamadan
oysa yapacak ne çok sey vardi
ve ne kadar az zaman
kis basliyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul sefkati
teslim etme kimseye, hiçbir seye
upuzun bir kis basliyor sevgilim
ayriligimizin kisi basliyor
giriyoruz kara ve soguk bir mevsime.
kitaplara sarilmak, dostlarla konusmak,
yaziya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
camdan disari bakip puslu sarkilar mirildanmak....
böyle zamanlarda her sey birbirinin yerini alir
çünkü her sey bir o kadar anlamsizdir
içimizdeki issizligi dolduramaz hiçbir oyun
para etmez kendimizi avutmak için buldugumuz numaralar
bir aski yasatan ayrintlari nereye saklayacaginizi bilemezsiniz
çiplak bir yara gibi sizlar paylastigimiz anlar,
esyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattiginiz aliskanliklar
korkarsiniz sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsiniz aynalara,
çagrisimlarla ödesemezsiniz.
disarda hayat düsmandir size
içeride odalara sigamazken siz, kendiniz
bir ayriligin ilk günleridir daha
her sey asili kalmistir bitkisel bir yalnizlikta
gün boyu hiçbir sey yapmadan oturup
kulak verdiginiz saat tiktaklari
kaplar tekin olmayan gögümüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu bosalmis bir havuz, fisten çekilmis bir alet kadar tehlikesiz
bakinip dururken duvarlara
bos bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
unutulmus bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
unutsam esyanin gürültüsünü, nesnelerin dünyasinda
kendime bir yer bulsam, dedigimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çikarmaya zorlandigimiz anlar gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasina,
basimiza gelmis bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alinmaya
kendimizi hazirlar gibi.
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benligimizi
ama öyle sessiz baktigimiz duvarlar gibi olmaya çalisirken,
ve kazanmis görünürken derinligimizi
ne zaman ki, yeniden canlanir bagislamasiz bellegimizde
bir anin, yalnizca bir anin bütün bir hayati kapladigi anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalir simdi
hayatimiza verdigimiz bütün anlamlar
göremeseniz de, bilirsiniz
hiç yakin olmamissinizdir intihara bu kadar.
bana zamandan söz ediyorlar
gelip size zamandan söz ederler
yaralari nasil sardigindan, ya da her seye nasil iyi geldiginden.
zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadigini bildiginiz gibi.
dahasi onalar da bilirler.
ama yine de güç verir bazi sözler, sözcükler, öyle düsünürler.
bittigine kendini inandirmak, ayriligin gerçegine katlanmak, sirtinizdaki
hançeri çikartmak, yüreginizin unuttugunuz yerleriyle yeniden karsilasmak
kolay degildir elbet.
kolay degildir bunlarla bas etmek, ugruna içinizi öldürmek.
zaman alir.
zaman alir sizden bunlarin yükünü
o bosluk dolar elbet, yaralar kabuk baglar, sizilar diner, açilar dibe
çöker.
hayatta sevinilecek seyler yeniden fark edilir.
bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o bosluk doldu sanirsiniz
oysa o boslugu dolduran eksilmenizdir.
gün gelir bir gün
baska bir mevsim, baska bir takvim, baska bir iliskide
o eski agri
ansizin geri teper.
dilerim geri teper.
yoksa gerçekten bitmissinizdir.
zamanla yerlesir yasadiklarin, yeniden konumlanir, çogalir anlamlari, önemi
kavranir.
bir zamanlar anlamadan yasadigin sey, çok sonra degerini kazanir.
yoklugu derin ve sürekli bir sizi halini alir.
oysa yapacak hiçbir sey kalmamistir artik
mutluluk geçip gitmistir yaninizdan
her seye iyi gelen zaman sizi kanatir
ölmus saadeti karsilastir yasayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alip verdiklerini
kim bilebilir ikimizden baska?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmis
bir iliskiyi, duygularin birligini,
bir aski beraberlik haline getiren kendiligindenligi
yani günlerimiz aydinlikken kaçirdigimiz her seyi bir düsün
emek ve askla güzellestirilmis bir dünya
simdi agir agir batiyor ve yokluga karisiyor
orada olmus saadeti karsilastir yasayan mutsuzlukla
bunlar da bir ise yaramadiysa
demek yangindan kurtarilacak hiçbir sey kalmamis aramizda.
bu siire basladigimda nerde,
simdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim.
bakisimli mevsimlerden
ikindi yagmurlarini bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her cagin bitki örtüsünden
oysa simdi içimin yikanmis tasligindan
bakarken dünyaya
yanginlarla bayindir kentler gibiyim:
çicek adlarini ezberlemekten geldim
eski sarkilari, sarhoslarin ve suçlularin
unuttuklarini hatirlamaktan
uzun uzak yollari tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
duyarligin gece mekteplerinden geldim
bütünlemeli çocukluklariyla geçti
gençligimin rüzgara verdigim yillari
gökummalarin ve içdökmelerin vaktinden geldim.
bu siire basladigimda nerde,
simdi nerdeyim?
yaram vardi, bir de sözcükler
sonra vaat edilmis topraklar gibi
sayfalar ve günler
isik istiyordu yalnizligim
kötülükler imparatorlugunda bir tek siir yazmayi biliyordum
ilerledikçe...kaybolup gittin bu siirin derinliklerinde
ask ve aci usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha siir bitmeden.
karardi dizeler.
ask...bitti. soldu siir.
büyük bir saskinlik kaldi o firtinali günlerden
daha önce de baska siirlerde konaklamistim
agir sinavlar vermistim degisen ruh iklimlerinde
ask yalniz bir operadir, biliyordum:
operada bir gece uyudum, hiç uyanmadim.
barbarlarin seyrettigi trapezlerden geçtim
her adimda boynumdan bir fular düsüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çikalan yollarin yazgisidir:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çogalarak
tahvil ve senetlerini intiharlarla degistirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarinda
agir ve aci tanikliklardan
geçerek geldim. terli ve kirliydim.
sonra timarhanelerde timar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazilari, kara siirleri, gizli kitaplari
ve açik hayatlari seviyordu.
buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at degistirdim
atlarla birlikte terledim yollari ve geceleri
ödünç almadim hiç kimseden hicbir seyi
çiplak ve sahici yasayip çiplak ve sahici ölmek için panayir yerleri...
panayir yerleri...
ölü kelebekler...
ölü kelebekler...
sonra dünyanin bütün sinemalarinda bütün filmleri seyrettim.
adim onlarin adinin yanina yazilmasin diye
aci çekecek yerlerimi yok etmeden
aciyla bas etmeyi ögrendim.
yoksa bu kadar konusabilir miydim?
ipek yollarinda kuzey yildizi
askin kuzey yildizi
sanirsin durdugun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardaglar, ölü yildizlar
ve toy yasin bilmedigi hesap: isik hizi.
askin bir yolu vardir
her yasta baska türlü geçilen
askin bir yolu vardir
her yasta biraz gecikilen
gökyüzünde yalniz bir yildiz arar gözler
gözlerim
askin kuzey yildizidir bu
yazlari daha iyi görülen
ben, öteki, bir digeri ona dogru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsin bu bir yanilsama
ölü sairlerin imgelerinden kalma
sen de degilsin. o da degil
kuzey yildizi daha uzakta
yeniden yollara düserler
düserim
bir siir yasatir her seyi yasamin anlami soldugunda
ben yoluma devam ederim. bitmemis bir siirin ortasinda
darmadaginik imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yasamsa yerli yerinde
yerli yerinde her sey
simdi her sey doludizgin ve çogul
simdi her sey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
simdi her sey yeniden
yüregim, o eski ask kalesi
yepyeni bir mazi yaratti sözcüklerin gücünden
dönüp ardima bakiyorum
yoksun sen
ey sanat! her seyi hayata dönüstüren.
siir:murathan mungan
yorum:aysun asar
kayit:aysun asar-mehmet hakan aytaç(bir gece efsanesiyalniz bir opera (137430 hit)
ölü bir yilan gibi yatiyordu aramizda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmisim
oysa bilmedigin birsey vardi sevgilim
ben sende bütün asklarimi temize çektim
imrendigin, öfkelendigin
kizdigin, ya da kiskandigin diyelim
yani yasamislik sandigin
geçmisim
dile dökülmeyenin tenhaliginda
kaçirilan bakislarda
gündeligin basibos ayrintilarinda
zaman zaman geri tepip duruyordu.
ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatimdaki herhangi biri saniyordun,
biraz daha fazla sevdigim, biraz daha önem verdigim.
baslangiçta dogruydu belki.
siradan bir serüven, rastgele bir iliski gibi baslayip,
günden güne hayatima yayilan, varligimi ele geçiren,
büyüyüp kök salan bir aska bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün asklarimi temize çektim
anladigindaysa yapacak tek sey kalmisti sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin.
yaz basiydi gittiginde, ardindan,
senin için üç lirik parca yazmaya karar vermistim.
kimsesiz bir yazdi. yoktun. kimsesizdim.
çikilmis bir yolun ilk duraginda bir mevsim bekledim durdum.
çünkü ben askin bütün çaglarindan geliyordum.
sanirim lirik sözcügü en çok yüzüne yakisiyordu
yüzündeki kuskun kedere, gür kirpiklerinin altindan
kisik lambalar gibi isiyan gözlerine
çerçevesine sigmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcügü en çok yüzüne yakisiyordu.
yaz basiydi gittiginde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmisti mayis.
seni bir siire düsündükçe
kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
ucucu ve yumusak seyler geliyordu aklima.
önceki siirlerimde hiç kullanmadigim bu sözcük
usulca düsüyordu bir kagit akligina,
belkide ilk kez giriyordu yazdiklarima, hayatima.
yaz basiydi gittiginde. bir askin ilk günleriydi daha.
ask miydi, degil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi?
'eylül'de ayni yerde ve ayni insan olmami isteyen' notunu buldum kapimda.
altina saat: 16.00 diye yazmistin, ve 16.04'tü onu buldugumda.
daha o gün anlamaliydim bu iliskinin yazgisini
takvim tutmazligini
aramizda bir düsman gibi duran zamani
daha o gün anlamaliydim
benim sana erken
senin bana geç kaldigini.
gittin. koca bir yaz girdi aramiza. yaz ve getirdikleri.
döndügünde eksik, noksan bir seyler baslamisti.
sanki yaz, birbirimizi görmedigimiz o üç ay,
alip götürmüstü bir seyleri hayatimizdan, olmamisti, eksik kalmisti.
kirilmis bir seyi onarir gibi basladik yarim kalmis arkadasligimiza.
adimlarimiz tutuk, yüregimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi
bakisiyorduk.
sanki ufacik bir sey olsa birbirimizden kaçacaktik.
fotoromansiz, trüksüz, hilesiz, klisesiz bir beraberlikti bizimki.
zamanla gözlerimiz açildi, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
gittin. simdi bir mevsim degil, koca bir hayat girdi aramiza.
biliyorum ne sen dönebilirsin artik, ne de ben kapiyi açabilirim sana.
simdi biz neyiz biliyor musun?
akip giden zamana göz kirpan yorgun yildizlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boslukta iki yalniz yildiz gibi
aci çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra batik bir asktan geriye kalan iki enkaz olacagiz yalnizca
kendi denizlerimizde sessiz sedasiz bogulacagiz
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satir ve benim su kirik dökük siirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasinda
ne kalacak geriye savrulmus günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?
simdi biz neyiz biliyor musun?
yikintilar arasinda yakinlarini arayan öksüz savas çocuklari gibiyiz.
umut ve korkunun hiçbir anlam tasimadigi bir dünyada
bir sey buldugunda neyi, ne yapacagini bilmeyen çocuklar gibi
ve elbet biz de bu askta büyüyecek
her seyi bir baska aska erteleyecegiz.
kis basliyor sevgilim
hosnutsuzlugumun kisi basliyor
bir yaz daha geçti hiçbir sey anlamadan
oysa yapacak ne çok sey vardi
ve ne kadar az zaman
kis basliyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul sefkati
teslim etme kimseye, hiçbir seye
upuzun bir kis basliyor sevgilim
ayriligimizin kisi basliyor
giriyoruz kara ve soguk bir mevsime.
kitaplara sarilmak, dostlarla konusmak,
yaziya oturup sonu gelmeyen cümleler kurmak,
camdan disari bakip puslu sarkilar mirildanmak....
böyle zamanlarda her sey birbirinin yerini alir
çünkü her sey bir o kadar anlamsizdir
içimizdeki issizligi dolduramaz hiçbir oyun
para etmez kendimizi avutmak için buldugumuz numaralar
bir aski yasatan ayrintlari nereye saklayacaginizi bilemezsiniz
çiplak bir yara gibi sizlar paylastigimiz anlar,
esyalar gözünüzün önünde durur birlikte yarattiginiz aliskanliklar
korkarsiniz sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsiniz aynalara,
çagrisimlarla ödesemezsiniz.
disarda hayat düsmandir size
içeride odalara sigamazken siz, kendiniz
bir ayriligin ilk günleridir daha
her sey asili kalmistir bitkisel bir yalnizlikta
gün boyu hiçbir sey yapmadan oturup
kulak verdiginiz saat tiktaklari
kaplar tekin olmayan gögümüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu bosalmis bir havuz, fisten çekilmis bir alet kadar tehlikesiz
bakinip dururken duvarlara
bos bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çicek,
unutulmus bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani,
unutsam esyanin gürültüsünü, nesnelerin dünyasinda
kendime bir yer bulsam, dedigimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çikarmaya zorlandigimiz anlar gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutkunluk haline, bir trafik kazasina,
basimiza gelmis bir felakete, iskenceye çekilmeye, ameliyata alinmaya
kendimizi hazirlar gibi.
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benligimizi
ama öyle sessiz baktigimiz duvarlar gibi olmaya çalisirken,
ve kazanmis görünürken derinligimizi
ne zaman ki, yeniden canlanir bagislamasiz bellegimizde
bir anin, yalnizca bir anin bütün bir hayati kapladigi anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalir simdi
hayatimiza verdigimiz bütün anlamlar
göremeseniz de, bilirsiniz
hiç yakin olmamissinizdir intihara bu kadar.
bana zamandan söz ediyorlar
gelip size zamandan söz ederler
yaralari nasil sardigindan, ya da her seye nasil iyi geldiginden.
zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden.
hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadigini bildiginiz gibi.
dahasi onalar da bilirler.
ama yine de güç verir bazi sözler, sözcükler, öyle düsünürler.
bittigine kendini inandirmak, ayriligin gerçegine katlanmak, sirtinizdaki
hançeri çikartmak, yüreginizin unuttugunuz yerleriyle yeniden karsilasmak
kolay degildir elbet.
kolay degildir bunlarla bas etmek, ugruna içinizi öldürmek.
zaman alir.
zaman alir sizden bunlarin yükünü
o bosluk dolar elbet, yaralar kabuk baglar, sizilar diner, açilar dibe
çöker.
hayatta sevinilecek seyler yeniden fark edilir.
bir yerlerden bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o bosluk doldu sanirsiniz
oysa o boslugu dolduran eksilmenizdir.
gün gelir bir gün
baska bir mevsim, baska bir takvim, baska bir iliskide
o eski agri
ansizin geri teper.
dilerim geri teper.
yoksa gerçekten bitmissinizdir.
zamanla yerlesir yasadiklarin, yeniden konumlanir, çogalir anlamlari, önemi
kavranir.
bir zamanlar anlamadan yasadigin sey, çok sonra degerini kazanir.
yoklugu derin ve sürekli bir sizi halini alir.
oysa yapacak hiçbir sey kalmamistir artik
mutluluk geçip gitmistir yaninizdan
her seye iyi gelen zaman sizi kanatir
ölmus saadeti karsilastir yasayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alip verdiklerini
kim bilebilir ikimizden baska?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmis
bir iliskiyi, duygularin birligini,
bir aski beraberlik haline getiren kendiligindenligi
yani günlerimiz aydinlikken kaçirdigimiz her seyi bir düsün
emek ve askla güzellestirilmis bir dünya
simdi agir agir batiyor ve yokluga karisiyor
orada olmus saadeti karsilastir yasayan mutsuzlukla
bunlar da bir ise yaramadiysa
demek yangindan kurtarilacak hiçbir sey kalmamis aramizda.
bu siire basladigimda nerde,
simdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim.
bakisimli mevsimlerden
ikindi yagmurlarini bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her cagin bitki örtüsünden
oysa simdi içimin yikanmis tasligindan
bakarken dünyaya
yanginlarla bayindir kentler gibiyim:
çicek adlarini ezberlemekten geldim
eski sarkilari, sarhoslarin ve suçlularin
unuttuklarini hatirlamaktan
uzun uzak yollari tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan esiklerden
duyarligin gece mekteplerinden geldim
bütünlemeli çocukluklariyla geçti
gençligimin rüzgara verdigim yillari
gökummalarin ve içdökmelerin vaktinden geldim.
bu siire basladigimda nerde,
simdi nerdeyim?
yaram vardi, bir de sözcükler
sonra vaat edilmis topraklar gibi
sayfalar ve günler
isik istiyordu yalnizligim
kötülükler imparatorlugunda bir tek siir yazmayi biliyordum
ilerledikçe...kaybolup gittin bu siirin derinliklerinde
ask ve aci usul usul eriyen bir kandil gibi söndü daha siir bitmeden.
karardi dizeler.
ask...bitti. soldu siir.
büyük bir saskinlik kaldi o firtinali günlerden
daha önce de baska siirlerde konaklamistim
agir sinavlar vermistim degisen ruh iklimlerinde
ask yalniz bir operadir, biliyordum:
operada bir gece uyudum, hiç uyanmadim.
barbarlarin seyrettigi trapezlerden geçtim
her adimda boynumdan bir fular düsüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çikalan yollarin yazgisidir:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çogalarak
tahvil ve senetlerini intiharlarla degistirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarinda
agir ve aci tanikliklardan
geçerek geldim. terli ve kirliydim.
sonra timarhanelerde timar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazilari, kara siirleri, gizli kitaplari
ve açik hayatlari seviyordu.
buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at degistirdim
atlarla birlikte terledim yollari ve geceleri
ödünç almadim hiç kimseden hicbir seyi
çiplak ve sahici yasayip çiplak ve sahici ölmek için panayir yerleri...
panayir yerleri...
ölü kelebekler...
ölü kelebekler...
sonra dünyanin bütün sinemalarinda bütün filmleri seyrettim.
adim onlarin adinin yanina yazilmasin diye
aci çekecek yerlerimi yok etmeden
aciyla bas etmeyi ögrendim.
yoksa bu kadar konusabilir miydim?
ipek yollarinda kuzey yildizi
askin kuzey yildizi
sanirsin durdugun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardaglar, ölü yildizlar
ve toy yasin bilmedigi hesap: isik hizi.
askin bir yolu vardir
her yasta baska türlü geçilen
askin bir yolu vardir
her yasta biraz gecikilen
gökyüzünde yalniz bir yildiz arar gözler
gözlerim
askin kuzey yildizidir bu
yazlari daha iyi görülen
ben, öteki, bir digeri ona dogru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsin bu bir yanilsama
ölü sairlerin imgelerinden kalma
sen de degilsin. o da degil
kuzey yildizi daha uzakta
yeniden yollara düserler
düserim
bir siir yasatir her seyi yasamin anlami soldugunda
ben yoluma devam ederim. bitmemis bir siirin ortasinda
darmadaginik imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yasamsa yerli yerinde
yerli yerinde her sey
simdi her sey doludizgin ve çogul
simdi her sey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
simdi her sey yeniden
yüregim, o eski ask kalesi
yepyeni bir mazi yaratti sözcüklerin gücünden
dönüp ardima bakiyorum
yoksun sen
ey sanat! her seyi hayata dönüstüren
.
.
gittin.
koca bir yaz girdi aramıza. yaz ve getirdikleri.
döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan
olmamıştı, eksik kalmıştı.
kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza.
adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen,
körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.
fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü
güvenle ilerledik birbirimize.
gittin.
şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
.
.
kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
i̇yi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
.
.
aşkın bir yolu vardır
her yaşta başka türlü geçilen
aşkın bir yolu vardır
her yaşta biraz gecikilen
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu, yazları daha iyi görülen
ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
i̇lerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
sen de değilsin. o da değil
kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim.
bitmemiş bir şiirin ortasında
darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey
(bkz: murathan mungan)
3
+
-entiri.verilen_downvote
t: murathan mungan'ın yaz geçer kitabında yer alan başyapıtı.
mest eden kısımlarını gizli bkz içine alarak belirtmeye kalksam tüm şiiri masmavi olur..
"bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz"
--- spoiler ---
ve bitti...
sonra yalnız bir opera başladı
ölü bir yılan gibi yatıyordu aramızda
yorgun, kirli ve umutsuz geçmişim
oysa bilmediğin bir şey vardı sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
imrendiğin, öfkelendiğin
kızdığın ya da kıskandığın diyelim
yani yaşamışlık sandığın
geçmişim
dile dökülmeyenin tenhalığında
kaçırılan bakışlarda
gündeliğin başıboş ayrıntılarında
zaman zaman geri tepip duruyordu. ve elbet üzerinde durulmuyordu.
sense kendini hala hayatımdaki herhangi biri sanıyordun, biraz daha
fazla sevdiğim, biraz daha önem verdiğim.
başlangıçta doğruydu belki. sıradan bir serüven, rastgele bir ilişki
gibi başlayıp, gün günden hayatıma yayılan, büyüyüp kök salan,
benliğimi kavrayıp, varlığımı ele geçiren bir aşka bedellendin.
ve hala bilmiyordun sevgilim
ben sende bütün aşklarımı temize çektim
anladığındaysa yapacak tek şey kalmıştı sana
bütün kazananlar gibi
terk ettin
yaz başıydı gittiğinde. ardından, senin için üç lirik parça
yazmaya karar vermiştim. kimsesiz bir yazdı. yoktun. kimsesizdim.
çıkılmış bir yolun ilk durağında bir mevsim bekledim durdum.
çünkü ben aşkın bütün çağlarından geliyordum.
sanırım lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yüzündeki kuşkun kedere, gür kirpiklerinin altından
kısık lambalar gibi ışıyan gözlerine
çerçevesine sığmayan
munis, sokulgan, hüzünlü resimlerine
lirik sözcüğü en çok yüzüne yakışıyordu
yaz başıydı gittiğinde. sersemletici bir rüzgar gibi geçmişti
mayıs. seni bir şiire düşündükçe kanat gibi, tüy gibi, dokunmak gibi
uçucu ve yumuşak şeyler geliyordu aklıma. önceki şiirlerimde hiç kullanmadığım bu sözcük usulca düşüyordu bir kağıt aklığına, belki de
ilk kez giriyordu yazdıklarıma, hayatıma.
yaz başıydı gittiğinde. bir aşkın ilk günleriydi daha. aşk mıydı,
değil miydi? bunu o günler kim bilebilirdi? "eylül'de aynı yerde ve
aynı insan olmamı isteyen" notunu buldum kapımda. altına saat: 16.00
diye yazmıştın, ve saat 16.04'tü onu bulduğumda.
daha o gün anlamalıydım bu ilişkinin yazgısını
takvim tutmazlığını
aramızda bir düşman gibi duran
zaman'ı
daha o gün anlamalıydım
benim sana erken
senin bana geç kaldığını
gittin. koca bir yaz girdi aramıza. yaz ve getirdikleri.
döndüğünde eksik, noksan bir şeyler başlamıştı. sanki yaz, birbirimizi görmediğimiz o üç ay, alıp götürmüştü bir şeyleri hayatımızdan, olmamıştı, eksik
kalmıştı.
kırılmış bir şeyi onarır gibi başladık yarım kalmış
arkadaşlığımıza. adımlarımız tutuk, yüreğimiz çekingen, körler gibi tutunuyor, dilsizler gibi bakışıyorduk.
sanki ufacık birşey olsa birbirimizden kaçacaktık.
fotoromansız, trüksüz, hilesiz, klişesiz bir beraberlikti bizimki.
zamanla gözlerimiz açıldı, dilimiz çözüldü güvenle ilerledik birbirimize.
gittin. şimdi bir mevsim değil, koca bir hayat girdi aramıza. biliyorum ne sen dönebilirsin artık, ne de ben kapıyı açabilirim sana.
şimdi biz neyiz biliyor musun?
akıp giden zamana göz kırpan yorgun yıldızlar gibiyiz.
birbirine uzanamayan
boşlukta iki yalnız yıldız gibi
acı çekiyor ve kendimize gömülüyoruz
bir zaman sonra batık bir aşktan geriye kalan iki enkaz olacağız yalnızca
kendi denizlerimizde sessiz sedasız boğulacağız
ne kalacak bizden?
bir mektup, bir kart, birkaç satır ve benim su kırık dökük şiirim
sessizce alacak yerini nesnelerin dünyasında
ne kalacak geriye savrulmuş günlerimizden
bizden diyorum, ikimizden
ne kalacak?
şimdi biz neyiz biliyor musun?
yıkıntılar arasında yakınlarını arayan öksüz savaş çocukları
gibiyiz. umut ve korkunun hiçbir anlam taşımadığı bir dünyada bir
şey bulduğunda neyi, ne yapacağını bilemeyen çocuklar gibi.
artık hiçbir duygusunu anlamayan çocuklar gibi
ve elbet biz de bu aşkla büyüyecek
her şeyi bir başka aşka erteleyeceğiz
kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime.
kitaplara sarılmak, dostlarla konuşmak, yazıya oturup sonu
gelmeyen cümleler kurmak, camdan dışarı bakıp puslu şarkılar mırıldanmak...
böyle zamanlarda her şey birbirinin yerini alır
çünkü her şey bir o kadar anlamsızdır
içinizdeki ıssızlığı doldurmaz hiçbir oyun
para etmez kendinizi avutmak için bulduğunuz numaralar
bir aşkı yaşatan ayrıntıları nereye saklayacağınızı bilemezsiniz
çıplak bir yara gibi sızlar paylaştığınız anlar, eşyalar
gözünüzün önünde durur birlikte yarattığınız alışkanlıklar
korkarsınız sözcüklerden, sessizlikten de; bakamazsınız aynalara,
çağrışımlarla ödeşemezsiniz
dışarıda hayat düşmandır size
içeride odalara sığamazken siz, kendiniz
bir ayrılığın ilk günleridir daha
her şey asılı kalmıştır bitkisel bir yalnızlıkla
gün boyu hiçbir şey yapmadan oturup
kulak verdiğiniz saatin tiktakları
kaplar tekin olmayan göğünüzü
geçici bir dinginlik, düzmece bir erinç
suyu boşalmış bir havuz, fişten çekilmiş bir alet kadar tehlikesiz
bakınıp dururken duvarlara
boş bir çuval gibi, çalmayan bir org gibi, plastik bir çiçek, unutulmuş bir oyuncak, eski bir çerçeve gibi, hani, unutsam eşyanın gürültüsünü, nesnelerin dünyasında kendime bir yer bulsam, dediğimiz zamanlar gibi
kendimizin içinden yeni bir kendimiz çıkarmaya zorlandığımız anlar
gibi
yeni bir iklime, yeni bir kente, bir tutukluluk haline, bir trafik
kazasına, başımıza gelmiş bir felakete, işkenceye çekilmeye, ameliyata
alınmaya
kendimizi hazırlar gibi
yani dayanmak ve katlanmak için silkelerken bütün benliğimizi
ama öyle sessiz baktığımız duvarlar gibi olmaya çalışırken,
ve kazanmış görünürken derinliğimizi
ne zaman ki, yeniden canlanır bağışlamasız belleğimizde
bir anın, yalnızca bir anın bütün bir hayatı kapladığı anlar
o tiktaklar kadar önemsiz kalır şimdi
hayatımıza verdiğimiz bütün anlamlar
denemeseniz de, bilirsiniz
hiç yakın olmamışsınızdır intihara bu kadar
bana zamandan söz ediyorlar
gelip size zamandan söz ederler
yaraları nasıl sardığından, ya da her şeye nasıl iyi geldiğinden. zamanla ilgili bütün atasözleri gündeme gelir yeniden. hepsini bilirsiniz zaten, bir ise yaramadığını bildiğiniz gibi. dahası onlar da bilirler. ama yine de güç verir bazı sözler, sözcükler,
öyle düşünürler.
bittiğine kendini inandırmak, ayrılığın gerçeğine katlanmak, sırtınızdaki hançeri çıkartmak, yüreğinizin unuttuğunuz yerleriyle yeniden
karşılaşmak kolay değildir elbet. kolay değildir bunlarla baş etmek,
uğruna içinizi öldürmek. zaman alır.
zaman
alır sizden bunların yükünü
o boşluk dolar elbet, yaralar kabuk bağlar, sızılar diner, acılar
dibe çöker. hayatta sevinilecek şeyler yeniden fark edilir. bir
yerlerden
bulunup yeni mutluluklar edinilir.
o boşluk doldu sanırsınız
oysa o boşluğu dolduran eksilmenizdir
gün gelir bir gün
başka bir mevsim, başka bir takvim, başka bir ilişkide
o eski ağrı
ansızın geri teper.
dilerim geri teper. yoksa gerçekten
bitmişsinizdir.
zamanla yerleşir yaşadıkların, yeniden konumlanır, çoğalır, anlamları
önemi kavranır. bir zamanlar anlamadan yaşadığın şey, çok sonra değerini
kazanır. yokluğu derin ve sürekli bir sızı halini alır.
oysa yapacak hiçbir şey kalmamıştır artık
mutluluk geçip gitmiştir yanınızdan
herşeye iyi gelen zaman sizi kanatır
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
günlerin dökümünü yap
benim senden, senin benden habersiz alıp verdiklerini
kim bilebilir ikimizden başka?
sözcüklerin ve sessizliklerin yeri iyi ayarlanmış
bir ilişkiyi, duyguların birliğini, bir aşkı beraberlik haline getiren
kendiliğindenliği
yani günlerimiz aydınlıkken kaçırdığımız her şeyi
bir düşün
emek ve aşkla güzelleştirilmiş bir dünya
şimdi ağır ağır batıyor ve yokluğa karışıyor orada
ölmüş saadeti karşılaştır yaşayan mutsuzlukla
bunlar da bir ise yaramadıysa
demek yangında kurtarılacak hiçbir şey kalmamış aramızda
bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
solgun yollardan geçtim. bakışımlı mevsimlerden
ikindi yağmurlarını bekleyen
yaz sonu hüzünlerinden
gün günden puslu pencerelere benzeyen gözlerim
geçti her çağın bitki örtüsünden
oysa şimdi içimin yıkanmış taşlığından
bakarken dünyaya
yangınlarda bayındır kentler gibiyim:
çiçek adlarını ezberlemekten geldim
eski şarkıları, sarhoşların ve suçluların
unuttuklarını hatırlamaktan
uzak uzak yolları tarif etmekten
haydutluktan ve melankoliden
giderken ya da dönerken atlanan eşiklerden
duyarlığın gece mekteplerinden geldim
bütünlemeli çocuklarla geçti
gençliğimin rüzgara verdiğim yılları
dokunmaların ve içdökmelerin vaktinden geldim.
bu şiire başladığımda nerde,
şimdi nerdeyim?
yaram vardı. bir de sözcükler
sonra vaat edilmiş topraklar gibi
sayfalar ve günler
ışık istiyordu yalnızlığım
kötülükler imparatorluğunda bir tek şiir yazmayı biliyordum
i̇lerledikçe... kaybolup gittin bu şiirin derinliklerinde
aşk ve acı usul usul eriyen bir kandil gibi söndü
daha şiir bitmeden. karardı dizeler.
aşk... bitti. soldu şiir.
büyük bir şaşkınlık kaldı o fırtınalı günlerden
daha önce de başka şiirlerde konaklamıştım
ağır sınavlar vermiştim değişen ruh iklimlerinde
aşk yalnız bir operadır, biliyordum: operada bir gece
uyudum, hiç uyanmadım.
barbarların seyrettiği trapezlerden geçtim
her adımda boynumdan bir fular düşüyordu
el kadar gökyüzü mendil kadar ufuk
birlikte çıkılan yolların yazgısıdır:
eksiliyorduk
mataramda tuzlu suyla, oteller kentinden geldim
her otelde biraz eksilip, biraz artarak
yani çoğalarak
tahvil ve senetlerini intiharla değiştirenlerin
birahaneler ve bankalar üzerine kurulu hayatlarında
ağır ve acı tanıklıklardan
geçerek geldim. terli ve kirliydim.
sonra tımarhanelerde tımar edilen ruhum
maskeler ve çiçekler biriktiriyordu
linç edilerek öldürülenlerin hayat hikayelerini de...
korsan yazıları, kara şiirleri, gizli kitapları
ve açık hayatları seviyordu.
buraya gelirken
uzun uzak yollar için her menzilde at değiştirdim
atlarla birlikte terledim yolları ve geceleri
ödünç almadım hiç kimseden hiçbir şeyi
çıplak ve sahici yaşayıp çıplak ve sahici ölmek için
panayır yerleri... panayır yerleri...
ölü kelebekler... ölü kelebekler...
sonra dünyanın bütün sinemalarında bütün filmleri seyrettim.
adım onların adının yanına yazılmasın diye
acı çekecek yerlerimi yok etmeden
acıyla baş etmeyi öğrendim.
yoksa bu kadar konuşabilir miydim?
ipek yollarında kuzey yıldızı
aşkın kuzey yıldızı
sanırsın durduğun yerde
ya da yol üstündedir
oysa çocukluktan kalma gökyüzünde hileli zar
ölü yanardağlar, ölü yıldızlar
ve toy yaşın bilmediği hesap: ışık hızı
aşkın bi̇r yolu vardır
her yaşta başka türlü geçi̇len
aşkın bi̇r yolu vardır
her yaşta bi̇raz geci̇ki̇len
gökyüzünde yalnız bir yıldız arar gözler
gözlerim
aşkın kuzey yıldızıdır bu
yazları daha iyi görülen
ben, öteki, bir diğeri ona doğru ilerler
ilerlerim
zamanla anlarsın bu bir yanılsama
ölü şairlerin imgelerinden kalma
sen de değilsin. o da değil
kuzey yıldızı daha uzakta
yeniden yollara düşerler
düşerim
bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda
ben yoluma devam ederim. bitmemiş bir şiirin ortasında
darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler
yaşamsa yerli yerinde
yerli yerinde her şey
şimdi her şey doludizgin ve çoğul
şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi
şimdi her şey yeniden
yüreğim, o eski aşk kalesi
yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden
dönüp ardıma bakıyorum
yoksun sen
ey sanat! her şeyi hayata dönüştüren
--- spoiler ---
2
+
-entiri.verilen_downvote
yaz bitti'den sonra okuması daha bi' keyif veren..
"kış başlıyor sevgilim
hoşnutsuzluğumun kışı başlıyor
bir yaz daha geçti hiçbir şey anlamadan
oysa yapacak ne çok şey vardı
ve ne kadar az zaman
kış başlıyor sevgilim
iyi bak kendine
gözlerindeki usul şefkati
teslim etme kimseye, hiçbir şeye
upuzun bir kış başlıyor sevgilim
ayrılığımızın kışı başlıyor
giriyoruz kara ve soğuk bir mevsime."
- (#2316487)
4
+
-entiri.verilen_downvote
Bu seslendirme çok hoşuma gidiyor:
Keşke sana bu şiiri okuyabilseydim. Elimde kağıtlar, takıla takıla okusam da; sen muhteşem bir hitabetle ezberden okuyormuşum gibi dinlerdin.
Beni dinlerken aldığım keyfi bilsen sadece dinlerdin. Sonra da gülümser, bir tane öperdin.
0
+
-entiri.verilen_downvote
Can damarımdan vurdunuz bee.
Yıllaaar önce amatörce kayda almıştım. Hala daha en sevdiğim şiirdir